"Söylenenlerin gücüne inanıyorduk, ta ki davranışların gücünü
hissedene kadar" C.Güventürk.
Yazıyı yazıp yazmamakta çok
kararsız kaldım aslında. Fakat düşündüklerimi tek tek bireylere aktaracak ne
zamanım ne de enerjim var. Yıllar geçtikçe zaman sizin için önemli oluyor.
Zaman, elimizdeki en önemli ve sınırlı kaynak. Uzun süredir emek verdiğim
tirmanis.org da yayınlanmak üzere bir şey de karalamıyorum. Zira site
editörlerinden bağımsız düşünülmeli. Zaten tirmanis.org da ne zaman kavramsal
bir yazı yazılsa ülkemiz tırmanıcıları alınacak bir şey bulup karnından
konuşarak laf yetiştiriyor. Örneğin "Devrim Evlatlarını Yedi"
yazısından sonra hiç ummadığım kişiler bundan alınmış (-mış diyorum çünkü
medeni bir şekilde bana eleştirisini ileten sadece 1 kişi oldu) Eleştirileri
dikkate alamadım zira kulağıma gelenler tam "ad hominem" örneğiydi.
(ad hominem: örneğin bir argümana cevap verirken, argümanı eleştirmekten
ziyade, argümanı ortaya atan kişinin alakasız bir özelliğini gündeme getirerek
fikirlerini çürütmeye çalışmaktır. Önerme yerine, önerme yapan kişi tartışma
konusu edilerek iddialara karşı çıkmak suretiyle yapılır. Ad hominem, mantıksal
bir safsata kabul edilir.) Eren kimdi ki bu konularda yazabiliyordu? Derecesi
kaçtı? Kaç rota boltlamıştı? Okuduğunu anlamamak bir zeka sorunu değil malesef
bir zihniyet sorunu ve kökleri çok derinlerde. Belki coğrafyada, belki ailede,
belki de eğitim sisteminde. Duyduklarıma canım sıkılmadı mı? Elbette çok
sıkıldı ama daha önemlisi konuşanların kişilikleri hakkındaki oluşan fikrimdi. Haftada
40-45 saat maaşlı çalışan biri olarak, hem tırmanıp, hem Türkiye’ nin dört bir
yanından gelen yazıları gönüllü olarak düzenleyip yayına sunmaya çalışan bir ekipte bulunan,
hem de kendisi bir şeyleri kalıcı olarak aktarmaya çalışan birine ne amaçla laf
yetiştirildi anlayamadım bir süre. Aslında alttan alta söylenmek istenen şuymuş
sonradan kavradım: “En yukarda ben varım
ve saygı duyun! Yazılacaksa ben yazarım, siz kimsiniz (”üşenmezsem bi’ ara yazıcam”)”
Marjinal bayanlar, baylar saygı görmek
istiyorsanız saygın davranın, daha da ötesi sizler de saygı duyun.
Benzer şekilde Ömer Burhan Tüzel'
in makalesinde geçen "Sayıca arttığı
söylenen genç dağcı kuşağın ve üniversite dağcılık kulüplerine üye dağcıların,
esasen dağcılıkla alakası olmayan spor tırmanışının sığ cazibesine kapılmış
olduklarını ve “Alpinizm”e katkıda bulunabilecek bir alt yapıya
kavuşamadıklarını izliyorum"
Spor tırmanışın cazibesini bilemiyorum ancak doğru günde doğru tırmanış
bahçesine giderseniz yeterince "sığlıkla" karşılaşabilirsiniz. Hayır
piknikçileri kastetmiyorum. Bizzat spor tırmanışla ilgilenenleri kastediyorum.
Kendimi de onların içinde tanımlıyorum aslında. Çok da iyi bir spor
tırmanıcı sayılmam. En fazla 9/9+ lık dereceleri gördüm (o da askere gitmeden
önceki boşluk dönemindeydi) ve proje çalışan değil de “piramitçi” denen grubun
içindeydim. Önemli olan bizler için dağlarda uzun duvarda karşılaşılacak zor pasajlarda
formda olmaktı. Dolayısıyla çok klasik olacak ama hep kendimizle yarıştık. Spor
tırmanışın rekabeti içinde bir yarışma aramızda olmadı.
Spor tırmanıştan alpinizme bir
akış olmadı ancak özellikle son 2 yıldır gözlemlediğim kadarıyla iyi ki de
olmamış. Alpinizmin özellikle de geleneksel tırmanışın ciddi oranda beyinsel
bir aktivite gerektiğini de düşünüyorum. Rahmetli Uğur Uluocak’ un dediği gibi “Sağlam
bir vücutta problem çözme yeteneği olan bir kafa yoksa hiç bir işe yaramaz” Bu
denli kendine dürüst olmayan, rekabeti de dereceler değil kişilikler üzerinden
yapan güruhün alpinizme bulaşmaması son derece güvenli de olmuş. Spor tırmanışın
boulderingin sınırlı bir alanda sonsuz varyasyonu temsil ettiğini elbette ben
de biliyorum. Her bir hareketi mükemmelleştirmenin ne denli acı ve emek
gerektirdiğini ben de biliyorum. Ancak işin risk boyutuna baktığımız zaman işin
rengi bambaşka. Rotadan vazgeçmek, projeyi boşverip eve gidip bira içmek her
zaman bir seçenektir. Peki ya vazgeçip “ben oynamıyorum” deme lüksünüz yoksa?
Sizi kurtaracak tek şey durumu ve kendinizi objektif değerlendirebiliyor
olmanızdır. Kendine dürüst olamayanın dev aynasının kırıldığı yerdir burası.
Dev aynanızla alıp veremediğim yok, kırmaya hiç niyetim yok, vaktim de yok. Tercihinizdir.
Marjinal bayanlar, baylar
kendinize dürüst değilseniz kendi alanınızda evrensel standartlarda başarılı da
olamazsınız.
Zaman çok değerli, yazının önceki
kısımlarında belirtmiştim. Özellikle yakın çevrem tatilleri, haftasonlarını
iple çeken insanlar. En sevdikleri şey de güzel bir ortamda, güzel insanlarla
tırmanıp keyifli vakit geçirmek bunaltıcı ofis saatlerinden önce deşarj olmak.
Lakin, dişimizden tırnağımızdan ayırdığımız bu vakti sizin projelerinizi
çalışırken ettiğiniz küfürleri, söylenmelerinizi, basmayan frictionlarınızı, sevmediğimiz müziğinizi dinleyerek geçirmek istemiyoruz. Negatif enerjinizle kaya tırmanış
bölgelerini, antrenman salonlarını terörize etmenize göz yumarak ya da medeni olmayan
davranışlarınıza katlanarak geçirmek istemiyoruz. Sizlerin hayatının tüm anlamı bu olup,
hayatınızı tırmanış “tek sikkesine” bağlamış olmanızın bedelini bizler
ödeyemeyiz. Bu yolu seçtiyseniz sonuçlarınıza katlanmak zorundasınız. Tek başınıza.
Açtığınız rotalar, çaktığınız boltlar, öncelikle kendiniz için. Sizden tırmanış
için bir kamu hizmeti istenmedi. Bunları saygı görmek, “en” olmak için
yaptıysanız üzgünüm. İyi tırmananı “iyi insan” olarak peşinen kabul edip saygı duyduğumuz günler artık geride kaldı.
Marjinal bayanlar, baylar
yetişkin sorumluluğundan kaçmanın adını “tırmanış tutkusu” koyduysanız bu
bizlerce saygı duyulacak bir mantık değil.
Tüm bunları sadece kendi adıma ve
kendim için yazdım. Belki kendi sosyal medya hesaplarımda paylaşırım. Elbette
Ortadoğululuk (üniversite ile karşılaştırılmasın, şark kurnazlığı ve hasedi
kastediliyorJ)
gereği yine dedikodu ve karından konuşma gırla gidecek ancak yazının başında da
aktardığım gibi bunlara cevap yetiştirmeye ayıracak, bunlara kafa yoracak 1 dakikam bile yok artık. Olanı zamanı da doğru bildiğimizi doğru şekilde yapıp düzgünce üreterek geçireceğim.
Hem zaten arkadaş bile değiliz, en fazla göz göze gelirsek selamlaşırız bu vakitten sonra...
Güzelçamlı / Eylül - 2020