“ Belirli bir mekanı bir süreliğine özgürleştirebilirsiniz ancak her zaman
şuna şahit olacaksınız, eğer daha ileri bir özgürleştirme sürecine gitmezseniz
, özgürleştirmiş olduğunuz mekan, bir süre sonra egemen pratik tekrar emilir,
ele geçirilir” Henri Lefebre
Sırrı Süreyya Önder konuşurken |
Uzun zamandan sonra tekrar bir eylemde buldum kendimi. Hem de hiç
planlamadan, önceden düşünmeden. Tamamen reflektif şekilde. Bir süredir kendimi
toplumdan izole etmem ancak gündemi takip etmeyi hiç bırakmamam sonunda buraya
vardı. İş çıkışı hareketimi kısıtlayacak kıyafetlerden kurtulmak için eve
uğrayıp üzerimi değiştim, çantaya lens solüsyonu ve gözlük attım, en yakın
marketten bir kaç limon alıp Taksim Gezi Parkı’ nın yolunu tuttum.
Beklemediğim şekilde dağcılık kulübümden ve derneğimden yapılanlara “eeee
çok oldunuz artık” diyen insanlar da geleceğini söylüyordu. Açıkçası az kişiden
de olsa böyle duyarlılık beklemiyordum. Belki de ben yanlış değerlendirmiştim
insanları. Bıçak kemiğe dayanınca insanlar politize olup “Faşizme karşı omuz
omuza” sloganı atabiliyorlardı ummadığım bir anda.
Her şey iki gün önce yıkım ekiplerinin Gezi Parkı’ na yapılacak AVM için
gelmesiyle başlamıştı. Ağaçlara saldıran iş makinelerinin önüne önce parkta
bulunan halk dikilmişti. Tıpkı Denizli nin ana meydanı olan Çınar Meydanına
adını veren 100 yıllık çınarların “caminin önünü kapatıyor” diye kesilmesi
sürecinde olanlar gibi. Denizlide de önce caminin cemaati çınarların kesilmesine
karşı çıkıyor ancak ortalıkta kimseler yokken belediye ekipleri bir gece
operasyonuyla koca gövdeli çınarları deviriveriyordu. Şimdi hiç bir mimari
özelliği olmayan cami çok net görünüyor. Çınarların yerine de plastik
palmiyeler ithal edilip yerleştirildi. Taksim Gezi Parkında da böyle kendiliğinden bir hareket gelişivermişti. (Tabi ki Türkiye'nin merkezi haline gelmiş İstanbul' un kozmopolit yapısını ve nüfus yoğunluğunu düşününce tepkinin boyutlarının çok çok büyük olacağı tahmin edilebilir, Denizli örneği ile karşılaştırmak pek mümkün olmasa da tepkinin çıkış noktası aynı )
Halk isyan ediyor, sosyal medyadan haberleşip toplanıyor, kendisine oy vermemiş olsam da çok saygı duyduğum Sırrı Süreyya Önder “ben ağaçların da vekiliyim” diyerek kepçenin önüne dikiliyordu. Duyarlı sanatçılar, sivil toplum kuruluşlarının önde gelenleri bir direniş komitesi kurarak nöbet tutmaya başlıyordu. Bu arada hükümetin kapıkulu polis de boş durmuyordu tabi ki. Sosyal medyadan heberleşmeyi engellemek için jammerlar kuruluyor, TOMA lar alanı çevreliyor, “Durun! yapmayın! yazık ağaçlara!” diyen hanım hanımcık bir kadının tam da suratının orta yerine büyük bir iş başarmışçasına biber gazı sıkılıyor, bu anın fotografı Reuters haber ajansıyla tüm dünyaya yayılıyordu.
Halk isyan ediyor, sosyal medyadan haberleşip toplanıyor, kendisine oy vermemiş olsam da çok saygı duyduğum Sırrı Süreyya Önder “ben ağaçların da vekiliyim” diyerek kepçenin önüne dikiliyordu. Duyarlı sanatçılar, sivil toplum kuruluşlarının önde gelenleri bir direniş komitesi kurarak nöbet tutmaya başlıyordu. Bu arada hükümetin kapıkulu polis de boş durmuyordu tabi ki. Sosyal medyadan heberleşmeyi engellemek için jammerlar kuruluyor, TOMA lar alanı çevreliyor, “Durun! yapmayın! yazık ağaçlara!” diyen hanım hanımcık bir kadının tam da suratının orta yerine büyük bir iş başarmışçasına biber gazı sıkılıyor, bu anın fotografı Reuters haber ajansıyla tüm dünyaya yayılıyordu.
Gezi Parkı direnişinin sembolü haline gelen fotograf |
Alana bir iki arkadaşımla gittiğimde daha farklı bir ortam bekliyordum
aslında. Eskiden hatırladığım gibi parti disiplini içinde duran insanlar değil de
bir üniversite şenliğindeymişçesine çimlerde grup grup yayılan insanlar
görüyorum. Direniş, grev hep asık suratla olacak değil ya! Perküsyon ekibi
insanları coşturuyor, sloganlar atılıyor, halaylar çekiliyor... Kalabalık ?
Akşam iş çıkış saatleri olmasına rağmen en fazla 1500 kişi. 15 milyonluk kentin
göbeğinde kesilen ağaçlar için 1500 kişi. Ara ara kürsüden “ayık olalım”
çağrısı da olayın nereye gidebileceğini komitenin farkında olduğunu gösteriyor.
“Yarın sabah ve yarından sonra müdahale bekliyoruz” uyarıları yapılıyor ki
gerçekleşiyor da. Sabah 05:00’ te düşman ordusuna taarruz edercesine polis
uyarı bile yapmadan uyuyan kitleye saldırıyor, çadırları yakıyor bir eylemciyi
döverek ameliyatlık hale getiriyordu. Zaten bu müdahalenin işareti bizzat Başbakanca
verilmişti. Taksim Gezi Parkındaki halk için : “Orada bir şeyler yapıyorlar ama
biz onun kararını çoktan verdik” diyerek saldırının ne çapta olacağını
belirtiyordu. İstanbul’ un tarihinde gördüğü en büyük çevre katliamının
başlangıcını ihale sırtlanları ile birlikte, şeyhülislam edasıyla en önde duran
diyanet işleri başkanın arkasında dua edip tekbir getirerek ilan etmişti.
Arapça dualardan başka ezberinde bir şey olmayan, hayatında iki yaprak kitap
okumamış “Fatih Nesli” ne de bir hafta önce çıkarılan alkol satışını sınırlayan
yasayı armağan etmeyi de unutmuyordu.
Alandayken çevreme bakınca içime kurt düşüyor: Bu hareket yenilmeye mahkum!
Seziyorum bunu. Refleks halinde oluşan her hareket gibi bu da silinip gidecek.
Bunu söylerken “bu işten bir şey çıkmaz yaa” şımarıklığıyla söylemiyorum. Ben de bu direnişin içindeyim, sonuna kadar da
olacağım. Yenilen ama haklı tarafta olmayı onur sayıyorum ancak bir şeyler
eksik. Kitle dağınık. Lidersiz. Belki süreç ilerledikçe bir liderlik kendi
içinde daha iyi gelişecektir bilemiyorum ama daha geniş bir planın parçası
olmayan bu tür tepkiler dağıtılmaya mahkum. Topluluk aynı anda dört bir
yanından farklı sloganlar atıyor. Politik bir programın etrafında toplanmayan
her hareket gibi. Ve iktidar her zaman olduğu gibi savaşın yerini ve zamanını
kendisi belirliyor. Yani daha mücadelenin başından galip. Biz de savunmak düşüyor ki o da uzun
sürmüyor. Emrindeki ağzı köpüren polis işini gerçekten çok iyi yapıyor.
Kafatası kırıyor, yerde sürüklüyor yetmezse göz altına alıp daha beterini
yapıyor. Bugüne kadar iktidar yanlısı kimsenin canının yandığını görmedim geçen
10 yılda. Bu da şunu doğruluyor: Savunmada kalan kaybeder.
Güçsüzlüğümüz ve sayıca azlığımızdan kaynaklanan ve bu yüzden seçmek
zorunda kaldığımız yöntemlerimiz çalışmıyor. Bu açık. Artık egemenlerden
birilerinin de canı yanmalı. Cidden fiziken belki de… Kim bilir belki bir gün
kalabalık öfkeden çılgına döner bir TOMA yı devirir, bir kaç parti binası
kundaklanır, bir kaç vekil, bakan ya da dalkavukları kaza geçiriverir ! Uzun
lafın kısası öncü, sert, politize bir liderlik artık olmalı. Eyleme katılan
insanlar soludukları biber gazının, yedikleri copun, gözaltındaki işkencelerin
hesabını birilerinin soracağını bilmeli. İşte o zaman her mitingten yenilmiş
ordular gibi dağılmak yerine daha kararlı ve gururlu dönebiliriz. O zaman artık
savaşın yerini ve zamanını biz belirleyebiliriz. Savunan tarafsa er geç
kaybedecektir. Şiddet içeren yöntemlerin 70 lerle geride kaldığını düşünyordum
ama faşizm her seferinde yeniden daha şiddetli daha küstahça yöntemlerle geri
geliyor. Sadece emeğe, insana değil hayatın, doğanın kendisine bile karşı. Bunu
da alenen sırıtarak yapıyor. Ne yazık ki tarih ilerlese de devrimci şiddet hala
bir gereklilik olarak duruyor.
(Bu yazı tamamlandığında Taksim Gezi Parkında daha büyük bir kalabalık
toplanmakta idi. Tüm sezgilerimde yanılmayı çok istiyorum. Direniş sürdükçe
üstüme düşen görevi sonuna kadar yapacağım.)
29.05.2013
29.05.2013