Kendimi bildim bileli hep meraklı
biri olmuşumdur. Şimdi farkediyorum ki merak aslında bilme isteğinden doğmuyor.
Öğrenme sürecinin kendisi çok ilgi çekici. Genellikle dağcılık camiasının dışından
arkadaşlarım hep zirvede neler hissettiğimizi, o hissin ne olduğunu sorarlar
ancak biz bir yanıt vermekte çok zorlanırız. Bence, (bundan sonra bence
kelimesini kullanmayacağım çünkü bu benim blogum, istediğim gibi
zırvalayabilirim, zaten tamamı benim düşüncelerim) hisleri kelimelere dökmek oldukça zordur.
Kelimelere döktüğünüz anda hissin bir parçasını kırpmış en azından bir kalıba sokmuş
olursunuz. Biz genellikle net bir yanıt veremeyiz bu soruya. Yanıt
veremeyişimizin sebebi zirvede olmanın veya zoru başarmanın bizim için çok da
bir şey ifade etmemesidir. En azından belirli bir olgunluğa, teknik seviyeye, entelektüel
seviyeye ulaşmış olanlarımız için. Mücadelenin, riskleri kontrol ederek hedefe
yönelmenin bize verdiği hazdır aslında bizi çeken şey. Yani sürecin ta kendisi
bizi mutlu eder. Merak edenlerin bulunma olasılığına karşın yine de hislerimi
komik bulunma pahasına ifade edeceğim. Rotanın sonunda ya da zirvede aslında
pek bir şey hissetmiyorum. Tek düşündüğüm kampa bir an önce inip güzel yemekler
yemek veya içilecek buz gibi bir bira oluyor.
Bu noktadan, yani sürecin
kendisini sevmekten bilme isteğine gelmek istiyorum. Merak dürtüsü kendimi
bildim bileli yaşam enerjimi veren temel değerlerden biri oldu. Aslında bir şeyleri bilmekten ziyade öğrenme sürecinden hoşlandığımı
anladım. Bilmek ise merak edilecek yeni alanlar demek. Kendini besleyen bir
silsile.
Peki bilmek gerçekten mutsuzluğa
iter mi ? Bilmek, nedenleri öğrenmek aslında ciddi bir sorumluluk da yükler
ancak bunun panzehiri “Kendini bil”mekten geçer. Kişiliğin oluşturduğu
çekirdeğin etrafındaki kontrol edilebilir alan aslında çok da uzun yarıçaplı
değildir. Birey öncelikle kendi sınırlarını bilirse, bilme-öğrenme eylemi artık
mutsuz edici değil özgürleştirici bir hal alır. Özgürleşme sınırlar dahilindeki
sorumlulukla birleştiği zaman tatmin edici bir yaşama ulaşabiliriz. (“Bence”
yazmamak için kendimi zor tutuyorum)
Deniz kıyısındaki bir kaya tırmanış
bölgesine giden tırmanıcıyı düşünelim. Kahramanımızın bir parça botanik bilgisi
varsa çevresindeki ağaçlara diğer bitkilere farklı bir gözle bakacaktır. Biraz
jeoloji bilgisi varsa kaya yapılarının detaylarına göz gezdirecektir hatta
paleantoloji ile ilgilendiyse belki de fosil yapıları keşfedecektir. Deniz
bilimlerinden, ekolojiden bir parça bir şeyler bilen birinin futboldan başka
bir ilgi alanı olmayan birine göre aynı hazzı aldığını söyleyebilir miyiz?
Tüm bunların sonucunda geldiğim
nokta aslında kısıtlı ve tek bir yaşam süremizin olduğu ve onu anlamlı kılmanın
bizim sorumluluğumuzda olduğu. Kişilik insanın kendini yaratma sürecinden,
çabasından doğuyorsa hayattan alınacak doyum da yine büyük oranda (elbette tamamen
olamaz) yine kendi elindedir. Bilmek sizi dogmalardan, boş inanışlardan ve en
önemlisi mutluluk yanılmasından uzaklaştırır. Bilmek, öğrenmek istediğiniz
konular ise kişiliğinizin bir yansımasıdır ki zaten onu da siz kendiniz
yarattınız. İlgi alanı doğa, bilim,
felsefe vs olan birey hayatını da tatmin edici yaşamak için ciddi bir adım
atmış olur.
Bilmek özgürleştirir, çaba ister,
sorumluluk yükler, yeni alanları heyecanla keşfetmenizi hayatınıza renk katmanızı
sağlar. Seçici bir şekilde öğrenmek mutluluktur. (Bence 😊
)