6 Mayıs 2018 Pazar

YTUDAK ve Eren'in Yakın Tırmanış Tarihi vs... Kısa kısa...Pazar Söyleşisi.



Ayser Uzunyaşa(A.U.): Tırmanışa nasıl başladın? Ytüdak ile tanışman nasıl oldu? Ilk izlenimlerin nasıldı? O günlerde kulüp ne durumdaydı? Kulupteki insanlarin potansiyeli, malzemeler, okulun bakis acisi aklina gelen her anlamda kulup nasildi? Neler yapılıyordu gerek tırmanış gerek eğitim gerek sosyal olarak biraz ilk senelerinden ve o günden bugüne değişen koşullardan bahsedebilir misin?

Eren: Tırmanışa 2001 yılında Denizli’de spor tırmanışla başladım. TDF’ nin Gençler eğitimlerine katıldım Denizli Dağcılık İl Temsilciliği vasıtısayıla. Henüz lise yıllarındaydım. O dönemdeki YTUDAK’ı bilmiyorum ama 2003-2004 yıllarındaki durumu biliyorum. Aslında başlarda kulüp eğitmenlerini biraz gıcık bulmuştum itiraf edeyim :) Malzeme bulmak bu kadar kolay değildi özellikle teknik malzeme ve kaya tırmanış ayakkabılarını bulmak zordu. Kulüp tırmanıştan öte disipliniyle ön plandaydı. Şimdi düşünüyorum da o dönemki eğitmenler “tırmanıcı” sıfatından çok “eğitmen” sıfatına tutunmuş durumdalardı, kulübe girişlerindeki amaç sanki tırmanmak değil de eğitmen olmak gibiydi. (Dağcı antrenman yapmaz diyen eğitmen vardı yahu :) ) Kaya tırmanışıyla ciddi ciddi ilgilenen bildiğim kadarıyla Burak Özdoğan-Özgür Tan ve Aykut Türem-Mustafa Yeşildal vardı. Bora Gürbüz-Güneş Ergüden tayfasıyla tanışamamıştım. Eğitimler şimdiki tarzda devam ediyordu ama sayıca oldukça azdık. Öyle ki gelişim grubundayken 2 kişi kalmıştık.

Gelişimin ve değişimin en büyük göstergelerinden biri bence tırmanıcı sayısının artması ve yürüyüş değil nitelikli tırmanışların sayısı. Teknik tırmanış kültürü bence oldukça iyi özümsendi. Tabi bunda gerek yurtdışı gerekse teknik tırmanış tecrübesinin kulübe aktarılmasının payı büyük. Özellikle eskilerin ve yenilerin arasındaki bağın hiç kopmaması gerekiyor. Bunun için de YDK’ yı sahiplenme konusunda hepimize büyük iş düşüyor.

16 yaşında, her şeyin başında. 2001 Denizli. Matis kayası.

150 Alman Markına aldığım Boreal-Zephyr modeli tırmanış ayakkablarım ve yaparken hangi akla hizmet ettiğini anlamadığım hamle. 2001-Denizli














Karaman Ermenek TDF yaz temel eğitimi. 2002 Nisan.
2004 Denizli-Karataş Sektör. 

Isparta Dedegöl dağları ilk çok ip boylu rota denemesi , Mayıs 2004

A.U.: Teknik tırmanış kulüpte oturmaya 90’larin sonu 2000’lerin başında başladı diye biliyorum. Bu geçişi nasıl değerlendiriyorsun? Bildiğim kadarıyla sen de kış tırmanışından çok kaya tırmanışı ile ama teknik anlamda tırmanışla daha çok ilgileniyorsun. Bu seçim kendiliğinden mi oluştu yoksa en baştan beri ben bunu yapıcam diyerek mi devam ettin?

Eren: Aslında evet 90’ların sonu 2000’lerin başı diyebiliriz zira Aladağlardaki klasik zirvelerin yaz kış Türk tırmanışlarının çoğu yapılmıştı. Spor tırmanışın da ivme kazanmasıyla  bir süre yetenekli tırmanıcılar duvarlara yöneldi. Türkiye koşullarını da düşününce bu geçişi kendime yakın buluyorum. Ancak yine de dünya standartlarının oldukça gerisindeyiz. Tabi ülke imkanlarını da göz ardı etmemek gerekiyor. Bir Avrupa ülkesi gibi ulusal gelirimiz veya altyapımız yok. Club Alpino İtaliano’ nun toplam 20.000 yatak kapasitesili dağ evlerini duyunca küçük dilimizi yutuyorduk.

Kış tırmanışlarına değil de kaya ve uzun duvar rotalarına yönelmem biraz imkanlardan biraz da dağcılığın o yöndeki felsefesinden etkilenmemden kaynaklanıyor. Kampçılığı bilen dayanıklı herhangi biri yürüyüş rotalarından bir çok zirveyi yapabilir ancak teknik bir etap içeren bir rotayı çıkmak istiyorsanız gerçekten tırmanıcı olmak zorundasınız. Bence gerçek dağcılığın yürüyüşten ve kampçılıktan ayrıldığı nokta tam da orası. Kılıcın keskin tarafı yani.

Dağcılığa başlamam sportif kaya tırmanışı ile oldu ama spor tırmanışın bana yetmeyeceğini hissediyordum 20’li yaşların başında. O dönemde kaya tırmanışı zirveye ulaşılıyorsa anlamlıdır gibi bir düşünceye sahiptim ve alpin bir duvarın tırmanılması için de iyi kaya tırmanıyor olmak gerekir diye de düşünüyordum. Aslında öyle de oldu. Biraz geleneksel tırmanışı geliştirip duvarlara girmeye başladık. Kışa niye yönelmedim sorusunun net bir cevabı yok ancak önümüzdeki kış biraz daha mix tırmanışa yönelmek istiyorum. Aslında bu alana yönelmemde okulun bitip iş hayatına geçmemin de etkisi büyük. Uzun süren kış tırmanışlarından ziyade alpin vur-kaç tarzı tırmanışlar yapabiliyorum ancak. Tabi kış dağcılığının daha farklı malzemeler daha farklı teknikler gerektirmesi bunların da maddiyata yansıması da bir etken. Özetlersek bu aslında başından beri kendi seçtiğim bir plan değil de en çok sevdiğim şeyi yapmaya devam etmemin beni getirdiği yer oldu. Tabi en çok keyif aldığım tarz tırmanışların da uzun duvar ve alpin-spor tarzda rotalar olması en büyük etken diyebilirim.

Denizli Kelkaylar'da spor tırmanış - 2004 yaz tatili.
Ballıkalayalar Davul (VI+) rotasında. 2005 sonbaharı

2006 Kışı Uludağ Wolframda


Denizli'de çok ip boylu rota tırmanışı (Zıvana) askı istasyonunda 2006


YTUDAK' ın bezdirmesiyle ve çamuruyla ünlü Çınarcık faaliyetinden bir kare. İlk eğitmenlik yıllarım. 2007 Aralık..
A.U. : İlk yaptığın faaliyet neydi? Sonrasinda da neler yaptiniz, en azindan kayda deger diyebilecegin, bunlardan bahset diyebilecegin neler var. BDK Kuzey, BDK Doğu, Vayvay, Cima Grande,  Marmaloda, benim bildiklerim ama tabii hikayelerini bilmiyorum. Biraz arastirdim ama çok fazla rapor yazmamissiniz Sercan da sen de. Bildiğim kadarıyla yurtdışında da tırmanışlariniz var. Bunları yazmayi, teknik bilgilerini, hikayelerini paylaşmayı düşünmüyor musunuz?

Eren: İlk yaptığım faaliyet sanırım Lise 2 deyken Kızılçarşaktan Demirkazığa çıkmamızdı :) Bundan önce lise yıllarında Ege'nin dağlarına yürüyüş rotalarından çıkıp inilen tıfıl  faaliyetleri saymıyorum. O dönemlerde 18 yaş altı TDF Gençler Eğitimlerine katılıyordum. İlk girdiğim uzun duvar sayılabilecek alpin-spor  rota ise Isparta-Dedegöl deki Le Monde Perdu idi yanlış hatırlamıyorsam. Denizlili ekip olarak gitmiştik. 19 yaşında biri için iyi bir deneyimmiş :) İlk kez 4-5 ip boyu tırmanınca aldığım hazzı unutamıyorum. Ancak gerek tecrübesizlikten gerekse duvarın ıslak oluşundan dolayı duvarın 5. ip boyundan dönmüştük. Sonrasında zaten YTUDAK la devam ettim. 2010’ a kadar genelde kulvar, sırt ve kolay uzun duvarlar vs gibi rotalar çıktım. Arada tabi ki spor tırmanışı ihmal etmedim. 2010’ da ise  Parmakkaya - BDK Kuzey Duvarı ile başlayan uzun duvar serüveni… Bunların içinde en farklı olan bence Vayvay tırmanışı idi. Duvara ulaşmak için 2 tam gün yürümemiz gerekti. Dış dünyadan oldukça izole kendine yetmemiz gereken bir faaliyetti.

Yurtdışında ise Marmolada gerçekten bizi derinden etkiledi. Gerek dereceler, gerek tırmanış sitili gerekse sporcuların doğaya yaklaşımı çok farklıydı. Dış dünyada neler olduğunu gördük. Tabi ne olduğumuzu ne olmadığımızı da anladık. Aslında bu konuda bir sunum yapabiliriz :)

Yazma konusunda gerçekten eksiğiz belki artık hayatın koşuşturmacasından zaman bulamıyoruz ya da gerekli zamanı yaratamıyoruz bilmiyorum. Daha çok yazmayı, üretmeyi ben de çok istiyorum.

2006 Temmuz , B. Ağrı zirvede 
2007 yaz tatili K.Demirkazık bacası ile...
Rauf ile Kaldı zirvede. 2007 Aralık


A.U.: Öğrendiğim kadarıyla kulüpte usta çırak ilişkisi sonradan gelişmiş. Senin başladığın dönemlerde böyle bir şey var mıydı? Senin için böyle bir durum oldu mu yani eğitimler dışında seni alıp dağa götüren bildiklerini öğretenler oldu mu? Örnek aldığın tırmanıcılar var mıydı kulüp içerisinden?

Eren: Evet sonradan gelişti. Dağa giden eğitmen çok olmayınca usta çırak ilişkisi de olmuyor haliyle. Bu durum tırmanmayan kulüp başkanlarının kulüpten uzaklaşıp yerine gerçekten tırmanan insanların gelmesiyle kırıldı. Bence burada en önemli olaylardan biri tırmanmayan insanların gidip Rauf’ un başkan olmasıdır ki kendinden önceki başkanı devirmek zorunda kalmıştı diye hatırlıyorum. Onların sayesinde sorunsuz bir kulüp teslim aldım başkan olarak. Rauf’ un ve Sercan’ın bana kattıkları şeyler için gerçekten müteşekkirim. O yıllarda beni ekiplere dahil ettiler, bildiklerini tecrübelerini aktardılar. Örnek aldığım tırmanıcı ise Aykut Türem oldu :) Bugünkü vizyonumuz onun sayesinde gelişti, gelişmeye devam ediyor. O teknik yeterlilikte -all rounder- ve vizyonda başka bir insan yok bence Türkiye’de.

Peck Kulvarı tırmanışı 2008 Mart Başı.

Peck Kulvarı tırmanışı 2008 Mart Başı.





A.U.: Şu an bir YTUDAK ekolünden, duruşundan ve kültüründen bahsediyoruz. Bu da biraz yeni oturan bir duruş anladigim kadarıyla. Son 15-20 yılda falan yani. Bundan da biraz bahsedebilir misin?

Eren: YTUDAK duruşu denilince, etik değerlerden taviz vermeyen, “temiz tırman” ilkesine bağlı, emeğe ve çabaya değer veren ve eğilip bükülmeyen bir tavır geliyor aklıma. Alpin stil tırmanışı benimsemiş olmamız dünyandaki gelişmeleri takip etmemiz de sürekli bir iyileştirmeyi getiriyor. Objektif bir değerlendirme yaparsak şu an Türkiye’ de dağcılığın lokomotifi Yıldızlılar diyebiliriz.


2009 Yaz Aladağlar Trans Karasay Kar Buz Kulvarı
2009 Yaz Aladağlar Trans Karasay Kar Buz Kulvarı
2009 Yaz Aladağlar Trans Karasay Kar Buz Kulvarı
A.U.: Tırmanışlarin sırasında veya kulüp içerisinde unutamadigin aktarmak istediğin olaylar var mı? Ve/ya yeni başlayanlara tavsiyelerin var mı?

Eren: 2008 deki Gürcistan - Kazbek ekspedisyonunu unutamıyorum. Elimizde az veri, gelişim grubundan 5 kişi ve 2 eğitmen olarak gitmiştik yanlış hatırlamıyorsam. Başarısız bir faaliyetti. 2-3 kez zirveyi denemeler, kötü havada günlerce çadıra tıkılmalar. Çok şey öğrendik. Ciddi bir organizasyondu. O faaliyetten sonra gelişim üyeleri gelişim eğitimlerini tekrar etmek zorunda kaldılar. O zaman yönetim olarak bu kararı vermek zordu ama şimdi düşününce mantıklı olduğunu görüyorum. Bir de 2007 yılında başkanlığımın ilk yılında duygusal yakınlaşmalar sebebiyle YK kararlarını başlangıç üyesine taşıyan bir arkadaşımızı kulüpten atmak zorunda kalmıştık. Pembe dizi gibiydi :) Komikmiş.

2008 Yazı Gürcistan-Kazbek ekspedisyonu


2008 Yazı Gürcistan-Kazbek ekspedisyonu

Yeni başlayanlara tavsiyelerim olur elbette. Mümkün olduğunca dış dünyayı, yeni gelişmeleri tavsiye etsinler. Madem ki bilgi çağındayız ve neredeyse hepimizin yabancı dili var mutlaka Alpinist, Planet Mountain vs...gibi süreli yayınları mümkün olduğunca takip etsinler ve dünya standartlarında neler yapılıyor farkında olsunlar. Antrenman konusuna da değinmek istiyorum son dönemde bu konuda epeyce okuma yaptım. Antrenman disiplinini kesinlikle oturtmak gerekiyor. Hatta yaşam tarzınızı ona göre şekillendirmenizi gerekiyor. Gerek aerobik antrenmanı gerekse kaya tırmanışını aksatmamak gerekiyor. Bir koşucu, triatlet veya biskletçi antrenman yapmazsa en fazla başarısız olur ancak bizler için felaket olabilir. Fiziksel olarak zinde ve güçlü değilseniz bazı koşullardan sağ çıkamayabilirsiniz. (O sigaraları yere bırakın bakayım :) )  Yapılan işlerin niceliğine değil niteliğine baksınlar ve özgün olsunlar diyebilirim. En çok hangi daldan keyif alıyorlarsa o alana yönelsinler. Keşfetme dürtüsü de önemlidir. Tırmanırken eğlenmiyorlarsa yapılanların bir anlamı yok. Tabi bir de eskilerin tecrübelerinden yararlansınlar kendi kendine bir şeyleri deneyerek öğrenilecek bir spor değil bu.

Lahitkaya Kuezy duvarı mix tırmanış okulu 2009 Nisan

A.U.: Kulüp için mihenk taşı sayılabilecek olaylar var mı?  Aykut abilerin BDK kış tekrarı gibi muhakkak insanlara aktarılması gereken faaliyetler var mı? 


Eren: Bence mihenk taşı diyebileceğimiz tek bir olay yok bir sürü olaylar silsilesi var ama BDK Kuzey Kış bence kulüp için alpinizmin geldiği doruk noktalarından biri. Bunlar dışında Yıldızlılar tarafından açılan onlarca geleneksel ve alpin rotalar var. Üretken bir kulübüz.


Geyikbayırında spor tırmanış-Inspiration (VII) 2010 


Olimpos - Trooper (VIII) 2010

BDK Kuzey Duvarı Ağustos 2010

BDK Kuzey Duvarı tırmanışının ertesi günü kampta. Ağustos 2010


BDK Kuzey Duvarı son ip boyunda. 2010 Ağustos

Kazıklı Ali Vadisinde spor tırmanışla geçen günler Temmuz 2010 

Kazıklı Ali Vadisinde spor tırmanışla geçen günler Temmuz 2010 

A.U.: Biraz da ufaktan YDK oluşumundan ve kulüple bağindan bahsedebilir misin? Özellikle gelişim eğitimlerini YDK organize ediyor ve sen de ders veriyorsun. Bu süreç nasıl oluştu?

Eren: YDK oluşumunun fikri temelleri çok eskiye dayanıyor. 2000' lerin başında ise somut adımlar atıldı. Bir süre aslında YTUDAKlı tayfa olarak -öğrenci kafasından olsa gerek- biraz mesafeli durduk derneğe. Çok da haksız sayılmazdık çünkü kuruluş felsefesi bir şekilde YTUDAK eğitimini bitirmiş aktif tırmansın ya da tırmanmasın herkesi bir araya getirmekti. Ancak sonradan dernek epeyce farklılaştı. Özellikle Fatih Balcı’ nın başkan olmasıyla YTUDAK-YDK bağı çok iyi kuruldu. Tırmanmayan eskiler bir şekilde uzaklaştı yerine sadece aktif tırmanan, üreten kişiler kaldı. Sayıca azalsak da bence bu gelişme çok olumlu. Dernek artık tırmanan insanları mezun olduktan sonra çalışan ve tırmanmaya devam eden insanlarla buluşturan bir çatı haline geldi. YDK artık bence hepimizin omuz vermesi gereken bir yapı. Şu an YTUDAK eğitimlerine bir şekilde gelen, destek veren herkes aslında YDK’ nın kemik kadrosu. Toplumsal bazı olaylarda tavır almak konusunda da önemli zira bir tüzel kişilik olarak herhangi bir resmi kurumla muhatap olduğunuzda kesinlikle cevap alıyorsunuz. Bu öğrenci kulübünün veya herhangi bir bireyin gücünün yeteceği bir şey değil. Bence YDK-YTUDAK bağlarını daha da geliştirip birlikte daha sık tırmanmalıyız.

Mangırcı Mahmuzu kilit ip boyunda Temmuz 2011

Vayvay Kuzeydoğu Duvarı Kilit ip boyuna yan geçmeden hemen önce Ağustos 2011 
 BDK Doğu Duvarda yan geçiş 2012 Ağustos


2013 Olimpos kaya tırmanışı şenliğinden bir kare.

A.U.: Meteoroloji İstasyonu, dağ kazaları, tırmanıs.org’ dan da biraz bahsedebilir misin? Bunlar da çok değerli ve önemli kaynaklar hepsinde de YTUDAK ve YDK’ nin emeği var. Fikir aşamaları nasıl oluştu nasıl gelişti? 


Eren: Meteoroloji istasyonu tamamen ihtiyaçtan doğan bir şeydi. En çok tırmandığımız, tırmanmak için kısıtlı zamana sahip olduğumuz bir bölgenin anlık hava raporunu almak ve bunu tüm camiaya açmak iyi bir fikirdi. Ben o oluşuma aktif katılamamıştım ancak Dağ Kazaları ve tirmanis.org konusunda oldukça emek harcadım. Dağ kazlaarın fikir babası, kurucusu ve hala en büyük destekçilerinden biri Alper Seslidir. Kendisi uzun zaman boyunca envanteri tuttu, sununmlarını yaptı daha sonra da gençlere devretti. Kalıcı olması açısından dagkazalari.org kuruldu. Bundan sonraki basamak aslında kazaların detaylı “kök sebep analizini” yapmak olabilir. Bu şekilde potansiyel kazaların önüne geçebilecek daha sağlam istatistiki veriler elde edebiliriz.

tirmanis.org konusu biraz daha uzun. Burada sevgili üstad Burak Özdoğan’ ı anmadan geçemeyeceğim. Lise yıllarında onun yazılarını ve faaliyetlerini okuyarak üniversiteye geldim. O derece donanımlı çok yönlü kalemi kuvvetli bir tırmanıcı daha gelmedi henüz kulübe. Fikir tabi yine Burak Özdoğan ve Aykut Türem ikilisinden çıktı. Aylarca uğraştılar. Onlarca yazıyı girdiler. Kişisel bağlantılarını kullanarak siteyi duyurdular yazılar topladılar. Pınar Kavak da o aşamada çok emek harcadı. Bir süre 3 editör devam ettiler. Sonrasında 2010 yılıydı yanlış hatırlamıyorsam “Sen entel adamsın yazı işlerinden anlıyorsun bize editör lazım” demişlerdi :) Nasıl sevindiğimi anlatamam. Sonrasında elimden geldiğince emek harcadım, harcamaya devam ediyorum. O dönemde bir süre TAKOZ da yayın hayatına devam etti, sonrasında düzenli yayın yapan tek yayın olarak kaldık. tirmanis.org kısa süreli bir proje değil de devamlılığı olan yaşayan bir yayın organı. Editörler değişse de hep yoluna devam edeceği inancını taşıyorum. Her ne kadar tırmanıcların okuma alışkanlığı ülkemizin genelinden  daha iyi olsa da yetersiz olması bazen can sıkabiliyor. Sonuç olarak hiç okunmasak da biz yayın yapmaya devam edeceğiz.

Gölpazarı-Bilecik'te spor tırmanış 2016 

Alpin-spor Babylon ilk tekrarı. İnişte, 2017 Yaz

Marmolada-İtalya
 Schwalbenschwanz tırmanışı. 2017 Yaz

"Pan" Alpin spor 2017 Yaz

Dedegöl Dağları -Isparta 2018 Nisan

Dedegöl Dağları -Isparta 2018 Nisan

Dedegöl Dağları -Isparta 2018 Nisan Zirvede sevgili Aykut Türem ve Mustafa Yeşildal ile.

Kendime ders olsun. Hasta hasta tırmanmıyoruz. Ekim 2017 



13 Şubat 2018 Salı

“Ignorance is Bliss” (mi acaba?)



Kendimi bildim bileli hep meraklı biri olmuşumdur. Şimdi farkediyorum ki merak aslında bilme isteğinden doğmuyor. Öğrenme sürecinin kendisi çok ilgi çekici. Genellikle dağcılık camiasının dışından arkadaşlarım hep zirvede neler hissettiğimizi, o hissin ne olduğunu sorarlar ancak biz bir yanıt vermekte çok zorlanırız. Bence, (bundan sonra bence kelimesini kullanmayacağım çünkü bu benim blogum, istediğim gibi zırvalayabilirim, zaten tamamı benim düşüncelerim)  hisleri kelimelere dökmek oldukça zordur. Kelimelere döktüğünüz anda hissin bir parçasını kırpmış en azından bir kalıba sokmuş olursunuz. Biz genellikle net bir yanıt veremeyiz bu soruya. Yanıt veremeyişimizin sebebi zirvede olmanın veya zoru başarmanın bizim için çok da bir şey ifade etmemesidir. En azından belirli bir olgunluğa, teknik seviyeye, entelektüel seviyeye ulaşmış olanlarımız için. Mücadelenin, riskleri kontrol ederek hedefe yönelmenin bize verdiği hazdır aslında bizi çeken şey. Yani sürecin ta kendisi bizi mutlu eder. Merak edenlerin bulunma olasılığına karşın yine de hislerimi komik bulunma pahasına ifade edeceğim. Rotanın sonunda ya da zirvede aslında pek bir şey hissetmiyorum. Tek düşündüğüm kampa bir an önce inip güzel yemekler yemek veya içilecek buz gibi bir bira oluyor.
Bu noktadan, yani sürecin kendisini sevmekten bilme isteğine gelmek istiyorum. Merak dürtüsü kendimi bildim bileli yaşam enerjimi veren temel değerlerden biri oldu. Aslında bir şeyleri bilmekten ziyade öğrenme sürecinden hoşlandığımı anladım. Bilmek ise merak edilecek yeni alanlar demek. Kendini besleyen bir silsile.

Peki bilmek gerçekten mutsuzluğa iter mi ? Bilmek, nedenleri öğrenmek aslında ciddi bir sorumluluk da yükler ancak bunun panzehiri “Kendini bil”mekten geçer. Kişiliğin oluşturduğu çekirdeğin etrafındaki kontrol edilebilir alan aslında çok da uzun yarıçaplı değildir. Birey öncelikle kendi sınırlarını bilirse, bilme-öğrenme eylemi artık mutsuz edici değil özgürleştirici bir hal alır. Özgürleşme sınırlar dahilindeki sorumlulukla birleştiği zaman tatmin edici bir yaşama ulaşabiliriz. (“Bence” yazmamak için kendimi zor tutuyorum)
Deniz kıyısındaki bir kaya tırmanış bölgesine giden tırmanıcıyı düşünelim. Kahramanımızın bir parça botanik bilgisi varsa çevresindeki ağaçlara diğer bitkilere farklı bir gözle bakacaktır. Biraz jeoloji bilgisi varsa kaya yapılarının detaylarına göz gezdirecektir hatta paleantoloji ile ilgilendiyse belki de fosil yapıları keşfedecektir. Deniz bilimlerinden, ekolojiden bir parça bir şeyler bilen birinin futboldan başka bir ilgi alanı olmayan birine göre aynı hazzı aldığını söyleyebilir miyiz?
Tüm bunların sonucunda geldiğim nokta aslında kısıtlı ve tek bir yaşam süremizin olduğu ve onu anlamlı kılmanın bizim sorumluluğumuzda olduğu. Kişilik insanın kendini yaratma sürecinden, çabasından doğuyorsa hayattan alınacak doyum da yine büyük oranda (elbette tamamen olamaz) yine kendi elindedir. Bilmek sizi dogmalardan, boş inanışlardan ve en önemlisi mutluluk yanılmasından uzaklaştırır. Bilmek, öğrenmek istediğiniz konular ise kişiliğinizin bir yansımasıdır ki zaten onu da siz kendiniz yarattınız. İlgi alanı  doğa, bilim, felsefe vs olan birey hayatını da tatmin edici yaşamak için ciddi bir adım atmış olur.
Bilmek özgürleştirir, çaba ister, sorumluluk yükler, yeni alanları heyecanla keşfetmenizi hayatınıza renk katmanızı sağlar. Seçici bir şekilde öğrenmek mutluluktur. (Bence 😊 )

Aliağa-İzmir/Şubat 2018



11 Şubat 2018 Pazar

Dünkü Ben, Bugünkü Ben, Yarın..?

Uzun süredir yayından kaldırmayı düşündüğüm bir yazım var. Beni tanımayan ve blogu okuyabilecek belki de hiç tanmadığım insanlara  kendi içsel çekişmelerimi açmak aslında bende bir gerginlik yaratıyor. Ama zaten bu riski göze alarak başladım, yeni bir şeyleri risk almadan deneyimlemek imkansız. İletişim de buna dahil. Kısmen kendimle yüzleşebilme cesaretini gösterdiğim içinse aslında bir parça gururu hakettiğimi düşünüyorum.

27 yaşımdaki halime, aslında düşünce yapıma şu an katlanamadığımı farkettim. Muhtemelen 27 yaşımdaki halim de 20 li yaşlarıma katlanamazdı. Şimdi yazıyı tekrar tekrar okuduğumda içsel olarak ne denli bir çıkmaz sokakta hissettiğimi ve sıkışmışlık hissini aslında tamamen kendimin yarattığımı farkediyorum. Bunların başında büyük oranda "Yeterince iyi değilsin" diyerek dırdır eden egom geliyor. Başarı, yalnızca "Ya hep ya hiç" düşüncesi ile elde edilebilecek bir ideal, anlam ise sadece adanmışlıkla ifade edilebilen bir değerdi. Şimdi düşündüğümde ise hayatın asla siyah ve beyaz olamayacağını ve asıl tadı aslında griliğin verdiğini hissediyorum. Ve verili, sınırlı bir alanda bile aslında sonsuz farklı varyasyonun bulunabileceğini, hayatımızda bizi heyecanlandıran şeylerin dahası mutluluğun tamamen bizim sorumluluğumuzda olduğunu kabullenmiş görünüyorum. İlk anda belki de dehşete düşüren bu düşünce olgunlaştığında son derece özgürleştirici de bir yandan. Elbette beni derinden etkileyen Yıldız Silier kitaplarının ve doymaz bir iştahla okduğum evrimsel biyoloji kitaplarının payı bunda çok büyük.

Şu an ki düşünce yapımda aslında beni motive eden bir kaç kavram var. Birincisi: Optimizasyon. Mühendislik disiplininin bana kattığı bir değer olmalı. Hayatımızı kendimize göre eldeki imkanlarla optimize etmek büyük oranda bizim elimizde, sorumlusu biziz. Diğeri: Adaptasyon. Evrimsel biyolojiyi karıştırıp derinlere daldıkça tüm canlılarla aynı kökenden geliyor oluşumuz, aslında dünyaya gelmemiş, dünyadan gelmiş olmamız bende derin bir hayranlık uyandırıyor. Hayranı olduğum bilim insanı Carl Sagan' ın dediği gibi : "We are star stuff." Kolumdaki dövmenin öyküsü burada gizli.

Sonuncular ise irade ve kararlılık olmalı. Bunlar ise tamamen alpinizmin bana kattığı keskin değerler. Bazen biraz geri çekilmek son derece ilerici bir hamledir. Hatta ciddi cesaret de ister, korkuyu kabullenmek, korkuyu dışardan izleyerek yapılması gerekeni yapmak. Bunları yaparken Afrika' daki atalarımın bana bıraktığı genetik kodumdaki tüm yeteneklerimi kullanabilmek. Günümüzde doğadan oldukça uzakta olmamıza rağmen bir kaç milyon yıl önceki halimizin farkına varmak, "insansı" bizi tanımak, biyolojik limitlerimizi keşfetmek hala bende heyecan uyandırıyor.

Şimdi aşağıdaki tırmanış obsesyonlu, acı dolu karamsar genç bir adamın yazdıklarını okuyunca daralmadağımı söyleyemeyeceğim. Özgürlük-Mutluluk-Yalnızlık paradoksunu çözmeye çalışırken yumağa dolanmış hareket edemeyen bir kedi gibiymşim. Ancak onu yazmış olmaktan son derece mutluyum. Geçmişteki Eren şimdikine şişe içinde bir mesaj bırakmış, bugün, sabahki bisiklet antrenmanın verdiği huzurla, bu güzel Pazar gününde ise gelecekteki Eren' e bir yeni bir mesaj bırakıyorum şişe içinde. Umutlu ve hevesli.

Şubat - 2018 / Kozyatağı

"Üst katta açık kalmış musluğun inatçı sesi, açık pencereden gelen hafif rüzgar, yapış yapış bir sıcak, bir çocuğun canını alıyorlarmışçasına ağlama sesi... Boğazımı bir şey sıkıyor. Kendi elimmiş.  Bırakıyorum sıkmayı. Şu baktığım şey de tavan olmalı ?
 Neredeyim ? İstanbul?  Ev?  Evet ev. Ev kavramı çoktan uzun zamandır anlamını yitirmedi mi? “Yuva” belki de “ev” kelimesinin eskiden tanıdığım, bildiğim karşılığı olabilir. Sevdiklerinle güven dolu bir ortam. Oysa ev demek artık içine girip uyunan, kitap okunan, dinlenilen, seni dışarıdan izole eden dört duvar, çıkıp giderken geride bıraktığın tüm eşyaları döndüğünde aynı yerinde bulmak demek artık.
Yaptığın seçimler şu anda olduğun yere getirdi işte seni. Gecenin saçma bir saatinde uyanıp karanlık tavana bakıp iç konuşmalar yaptığın yere. Her şeyi bilimsel yöntemle çözeceğin hayatın burada işte, karanlıkta. Hayat çözülecek bir problemdi ve elinde güçlü bir yöntem vardı. Çözüm olarak da en çok bıçağı kullandın. Sana ağır gelen şeyleri kesip atmak için. Kestin. Kestin.Kestin. Kestikçe özgürleştin. Özgürleştikçe yalnızlaştın. Yalnızlaştıkça da mutsuzlaştın. Çözmekte zorlanmadın ama ya mutluluk? O hiç aklına gelmemişti bile. Özgürlükle mutluluğu eşit saymıştın sadece.
Yola çıktığın bir dolu insan yavaş yavaş farklı yönlere ayrıldı. Senin tabirinle “teslim oldular”. Ama “teslim” olanların aslında mutlu da olduğunu görmezden geldin. Toplum “dayatırdı” bizse ya “teslim olur” duk ya da “direnir” dik sıkılı dişlerimizle. Teslim olacak değildin ya tabi ki direnecektin ama neye kime ? Yel değirmenlerine mi ? AVM lere, mezuniyet törenlerine, Cumartesi gecesi eğlencelerine, popüler kültüre, gösterişe direndin, günübirlik ilişkilere direndin. Gün geldi insan görmemek için gece çıktın dışarı, kalabalık demek yığın demekti. Yığın demek köhnemiş değerlerin el üstünde tutulması. Sahtelik. Gün geldi hiç çıkmadın. Öyle etkili bir ilaçtı ki bu direniş alışkanlığı sadece kötü olanı değil “herşey” i birden sildi. Şimdi insanlar arasındaki ilişkilerin boşluğunda bir başına yaşayan bir kara gölge oldun. Ne kimsenin değerlerini benimsiyorsun ne de seninkilerden haberi var kimsenin.  Belki bir kaç tırmanış arkadaşı. Fazlası değil. Mutsuz oldukça ilacı daha yüksek dozda daha sık kullandın. Kalpsiz bir “übermensch” olmak  nihai huzur demekti. Hala hayattayken “nihai” huzur olabilirmiş gibi.  Ne daha fazla direnmek daha yüksek doz almak mümkün artık ne de teslim olmak. Direnişinin geldiği yer araf oldu, nihai huzur değil nihai yalnızlık.
Üzgünüm patron bugün işe gelemeyeceğim. Kendi içimden dışarıya çıkmaya çalıştım gece boyunca ve yol o kadar uzundu ki çıkamadım. Şimdi yol yorgunuyum.

27.05.2013"

Dağcılık Kulüpleri Fikir Arenası mıdır?

Türkiye'de uzun yıllar dağcılığın lokomotifi olan köklü üniversite kulüplerinin başına gelen garip süreçlere şahit olduk. Buradan hareke...