
My rating: 4 of 5 stars
John Steinbeck ve Robert Capa isimli aslında kafadar da olmayan iki arkadaşın Rusya seyahatini Steinbeck'in kaleminden okumak oldukça keyif verici. Nüktedan, meraklı, sabırlı Steinbeck ile kaygılı, takıntılı, detaycı Capa' nın farklı gözlerle aynı yere bakıyor olmaları perspektifin ne kadar fark yaratabildiğini gösteriyor adeta. İkili dezenformasyondan bıkıp kendi gözleriyle SSCB'yi görmek için meşakkatli bir yolculuğa çıkıyor. Tabi ki tüm yolculukta gerek güvenlik amacıyla gerekse de rehberlik amacıyla bir mihmandar onların peşinden hiç ayrılmıyor.
Günlük 2. Dünya Savaşı'nın hemen ardından, havadaki barut kokusu henüz dağılmamışken, 1947 yılında başlıyor. Seyahat için alınan onay binbir güçlükle ve bürokratik danslarla alınıyor. Steinbeck'in gözüne ilk çarpan şey SSCB'de görünüşten ziyade işlevin ne denli önemli olduğu. İlk bindikleri uçağın üzerine hala yer yer soyulmuş askeri kamuflaj boyaları duruyor ancak uçak motorlarının ve gövdesinin bakımları bir gün bile aksatılmamış. Bir tek uçaktan tüm yönetim sisteminin mantığını kestirmek zor değil.
Gezginlerimiz bir kaç haftada Kiev'i, Stalingrad'ı, Moskova'yı ve Gürcistan'ı geziyorlar. Amaçları sistemi veya politik yapıyı analiz etmek veya gözemlemekten ziyade, savaş sonrası duvar ardına gizlenen bir ulusun günlük yaşayışına tanık olmak. Bunu yaparken Steinbeck yer yer Capa'nın damarına basarak veya birazcık manipüle ederek eğlenmeyi de ihmal etmiyor. Capa'nın otel odasında saatler süren banyo seanslarının buna yol açtığı aşikar.
Seyahatin tamamında ülke içinde dahi yer değiştirirken gereken bürokratik işlemler okuyucunun bu denli içini sıkıyorsa, ikilinin sabrını epeyce zorlamıstır. Özellikle restoranda yemek yemek için bile sipariş esnasında, yemeğin hazırlanmasından önce, servisten sonra, ödemeden sonra olmak üzere tek tek fiş kesilerek kayıt tutulduğunu gören Steinbeck, tanık olduklarını yazarken dehşete kapılmış olmalı!
Kitabın Ukrayna bölümünde daha çok tarım işçilerinin çalışkanlıkları göze çarpıyor. Dev kolhozlar henüz makinalaşmamış, ciddi miktarda insan emeğiyle çalışılıyor. Yerel halk ABD'deki yaşamın nasıl olduğunu merakla soruyor. İşçiler belki yoksul ancak temel ihtyaçlarının tamamı devlet tarafından karşılanıyor. Lüks tüketim mallarına ulaşmaları imkansıza yakında ancak kentlerde ve kasabalarda kütüphaneler, tiyatrolar eksik değil. Halk savaşın bitmesinden mutlu ve üretim arttıkça daha rahata ereceklerinden umutlu. SSCB seyahati boyunca her bir noktada kütüphanelerden, tiyatrolardan ve balelerden bahsediliyor olması halkın neye önem verdiğini açıkça gözler önüne seriyor.
Hala yıkıntılar halindeki Stalingrad sakinlerinin vakurluğu hayret verici. Eski evlerinin kalıntılarının arasında veya kilerlerinde yaşıyorlar ancak sabah olunca tekrar düzenli ve tertipli giyinip işlerine gidiyorlar! Arka planda hala delik deşik duvarlar, bomba kraterleri, makineli tüfek mevzileri ve sığınakların varlığını hissedebiliyoruz. Sovyet hükümeti tüm hızıyla kenti yeniden kuruyor. Halk savaşın dehşetini silmek ister gibi var gücüyle çalışıyor. Alman savaş esirleri ise yarattıkları yıkıntıyı temizlemeleri için işe koşuluyor.
"Gürcistan'ı görmeden SSCB'yi görmüş sayılmazsınız" tavsiylerine uyarak soluğu Gürcistan'da alan ikili Karadeniz kıyılarındaki tesisleri merakla inceliyor. Bunlar meslek örgütlerince, sendikalarca veya sağlık kurumu olarak yapılmış dev tesisler. SSCB'de o dönemde her işçinin 28 günlük izni var, bu izin işçinin yaşına veya sağlık durumuna göre uzayabiliyor. Yine sağlık sorunlarından dolayı ılıman iklimde yaşaması gereken insanlar buralardaki sağlık kurumlarına yollanıyor ve tedavisi devlet tarafından üstleniliyor. Atlamadan geçmeyeyim: SSCB' de kiralar, elektrik, su ve gaz da dahil olmak üzere ortalama bir işçinin aylık gelirinin yüzde 5-6 sını geçemiyor!
Tüm Gürcistan Stalin kültünün tüm dünyaya yayıldığı bir merkez adeta. Savaşın yeni bitmiş olması ve Stalin'in hala iktidarda olmasından dolayı, Stalin kültü, İmparator Agustus ile yarışır halde, neredeyse Lenin'i bile aşmış durumda. Yazarımız sık sık ünlü Gürcistan şaraplarının eşlik ettiği, tercümanlar eşliğinde yapılan sohbetlerin olduğu yemeklere davet ediliyor. (Gürcistan'ın yerel içkisi "Çaça" nın ne kadar berbat bir içki olduğunu yazan Steinbeck'e tüm kalbimle katılıyorum.)
Seyahat boyunca Capa sık sık neyin fotografını çekebileceği ve çekemeyeceği konusunda yetkililerce uyarılıyor. Bu tavır 26 milyon insanını savaş sebebiyle yeni kaybetmiş bir halkın aşırı reaksiyon göstermesine benziyor. Örneğin Capa tarihi bir saray veya kilisenin fotografını rahatlıkla çekebilirken, basit teknoloji ve mühendislik isteyen bir fabrika da durduruluyor. Üstelik üretim makinaları ABD menşeili olmasına rağmen!
İkili Moskova'nın iç karartıcı sarayı Kremlin'i gezdikten ve sadece bir anlığına görebildiğiniz Lenin'in yüzünü gördükten sonra Moskova Yazrlar Sendikası'na yemeğe davet edililiyor. Uzun, yoğun ve etraflı tartışmalar yapılır, masadaki herkes Rusça'dan başka İngilizce, Fransızca, Almanca bildiği için tercüman sorunu bu kez yoktur. Steinbeck ve Capa Rusya'daki sıradan insanları görmeye geldiklerini ve gördüklerini ABD'de tarafsızca anlatmak istediklerini söylerler. Bunun üzerine İlya Ehrenburg (ki bu satırların yazarı kendisinin ateşli bir hayranıdır) bunun başarılması halinde çok mutlu olacaklarını söyler. Yemek esnasında, ABD de bilindiği gibi, yazarların parti çizgisinde yazmaya zorlandıkları ve tartışma ortamının olmadığı şeklindeki görüşün tam zıddının doğru olduğunu gözlemlerler. O an salondaki entelektüel ortamı ve yazarların oluşturduğu havayı tasavvur edemiyorum!
Ayrılma vakti geldiğinde Capa'nın film makaralarının kontrolü bir türlü bitmez. Süre uzadıkça Capa sinir krizlerinin eşiğine gelir. Nihayet negatifler mühürlü bir kutuda ulaşır. Pek az kare sansüre uğramıştır. Capa dönüş uçağında nihayet huzurlu bir uykuya dalar.
Kendisinin de bir Sosyalist olduğunu gizlemeyen Steinbeck' in SSCB'yi bu denli tarafsız ve objektif yansıtabilmesi takdire şayandır.
Rusların da tüm diğer uluslar gibi savaştan bezmiş, başka halklar gibi barış ve güven içinde yaşamak isteyen bir halk olduğu sonucuna varır. Son sözü yine Steinbeck' in son paragrafı söylesin:
"Bu günlüğün ortodoks solu da, lümpen sağı da memnun etmeyeceğinin farkındayız. İlk grup kitabın Rus karşıtı olduğunu, ikinci grup Rus destekçisi olduğunu söyleyecek. Tabi ki yüzeysel bir metin bu, başka nasıl olabilirdi ki? Varabileceğimiz kesin bir kanaat yok, sadece Rusların da dünyadaki dğer insanlara benzediğini söyleyebiliriz. Tabi ki aralarında kötüleri vardır, ama büyük çoğunluğu çok iyi insanlar.
21 Haziran 2004
Güzelçamlı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder